The Good Soldier: A Tale of Passion (TGS) by Ford Maddox Ford is one of the earliest
examples of the Modernist Period in English Literature. Written in 1915 and set just before
the Great War, the novel is about two couples, an aristocratic English couple (Edward and
Leonora Ashburnham) and a wealthy American couple (John and Florence Dowell), who
meet at a spa in Nauheim, Germany in 1904. John Dowell, as the involved first-person
narrator, tells the story that revolves around Edward’s and Florence’s inability to remain
faithful to their partners, Edward’s love affair with several women, Edward’s refusal to give
up his idealized dream of living as a Victorian gentleman, and John Dowell’s struggle with
how to interpret and narrate all these events. Although the themes of the novel are like
typical Victorian issues, unlike its Victorian predecessors, the novel lacks omniscient
narration and depends on frequent shifting of emotional impressions and views of its
narrator. Thus, what makes the novel interesting and its interpretation difficult is the
unconventional narrator who brings impressionistic storytelling into play as a narrative
technique, and who, for the readers, offers this method as an alternative to changing social
order, personal integrity and conventional novel form. The aim of this paper is to discuss
how Dowell’s unreliable narrative technique creates a mimetic illusion which makes the
reader an active participant in Dowell’s writing of the story.
Ford Maddox Ford'un İyi Asker: Bir Tutku Hikayesi adlı eseri İngiliz Edebiyatında
Modernist Dönemin en erken örneklerinden biridir. 1915'te kaleme alınan ve Birinci Dünya
Savaşı'nın hemen öncesinde geçen roman, 1904 senesinde Almanya'nın Nauheim kentindeki
bir kaplıcada yolları kesişen biri aristokrat İngiliz (Edward ve Leonora Ashburham), diğeri
ise varlıklı Amerikan (Florence ve John Dowell) olmak üzere iki farklı çifti konu
edinmektedir. Katılımcı birinci şahıs anlatıcı konumundaki John Dowell, Edward ve
Florence'ın partnerlerine sadık kalmadaki başarısızlıklarını, Edward'ın farklı kadınlarla
yaşadığı ilişkileri ve bir yandan da Viktoryen beyefendisi olma idealinden vazgeçmemekte
diretmesini merkezine alan hikayeyi aktarmaktadır; ancak John Dowell aynı zamanda tüm
bu olan biteni nasıl yorumlayacağına ve okurlara nasıl anlatacağına karar vermek için
mücadele vermektedir. Romanda benimsenen temalar Viktorya dönemi romanındaki tipik
meselelere benzese de, Viktorya dönemindeki öncülerinin aksine, romanda tanrısal bakış
açısı bulunmamakta ve roman anlatıcısının duygusal izlenimleri ve bakış açılarında sıkça
meydana gelen değişimlere göre şekillenmektedir. Böylece romanı ilginç kılan ve
yorumlanmasını güçleştiren husus, izlenimci hikaye anlatımını bir anlatım tekniği olarak
ortaya koyan ve bu yöntemi okurlara sosyal düzeni, kişisel bütünlüğü ve geleneksel roman
formunu dönüştürecek bir alternatif olarak sunan alışılmadık anlatıcısıdır. Bu çalışmanın
amacı; Dowell'in güvenilmez anlatıcı tekniği ile, öyküyü kaleme alma aşamasında okuru
aktif bir katılımcıya dönüştüren mimetik yanılsamayı nasıl yarattığını ele almaktır.